22 Kasım 2022 Salı

GünSaydım

Yine uykunun tutmadığı aksi geceler. Penceremde çift başlı şizofren gölgeler. Kalbimde hafif bir ritim bozukluğu alışana kadar büyür korku. Yorgun olmadığımdan bu uykusuzluk. Zihnimi bile yormuyorum bir meczup rahatlığı ile. Deli demedim dikkat ederseniz. Deliyi aklı terkedermiş. Ben aklımı terketmek üzereyim. Her rüyada aynı manzara bir deniz ve dalgalar kıyıya vura vura. Hırçın bir kabartı rüzgarla ahenk içinde o heybetli tok sesler. Ne üstüm ıslanıyor ne bir telaş. Hergün görmenin vermiş olduğu rahatlıkla kıyıdan geçmeyi yeğliyorum. Geçtiğim yer farkettim kumsal da değil. Ben bir sert kayanın üstünde sendeliyorum. Şu meshur sözü bilen bilir. Rüzgar ne kadar sert eserse essin kayadan götüreceği tozdur, diye. Ben de biliyorum benden bir zerre karışmaz dalgaya. Su kabul etmez topraktan olanı. Şekil verir mayasına en fazla. 
Neyse, gölgelerle kafayı yemeden rüzgara karışmadan hazır mevsimiyken yağmur kar, ıslanırım inancımın taşıdığı her bir zerrenin rahmetinde hüşu ile. Farkındalık artıyor yaş ilerledikçe diyeceğim de zamanı geldikçe desem daha doğru olur. Büyüyoruz sanki çok lazımmış gibi her saniye. Halisesi saniyesinden benzersiz. Bilinmezliğin verdiği heyecan ve haz. Garip bir boyun eğişe bırakıyor kendini. Kaderini sev diyor Latinler. Benim adımı kullanarak. Başka çaremiz yok boyun eğiyoruz. Değiştiremeyince mecbur kalıyoruz. O da ayrı tevekkül. Iman ediyoruz. Hiçbir şey olmadığımız doğru. Eşrefi mahlukatız. Hep bir varlık içinde yokluk. Bu nasıl çelişki Ya Rabbi! Iliklerimize kadar boşluk. 
Içimde Mehmet Akif'ler inançla şiirler söylerken naralar atan atlılara hoyratlar diziliyor. Kürşat bile diz vuruyor Kabe'nin huzurunda. Atsız Tanrı Dağlarından rüzgar gibi esiyor. İrmaklar deli gibi çağlıyor. Beyaz kaplanlar, doğanlar, yılkı atları, kartallar, bir kurt uluması... Zihnimin içi dünyada hapsolmuş mahkum gibi volta atıyor Doğu'dan Batı'ya. Kuzey rüzgarları esiyor. Güneyde bir yere bir kuş göç ediyor. Geç kalmışlığın hain ezikliği içinde kaybolmuşluğu yaşıyor. Yorgun argın öldürmeyen acı güçlendirir diyor. 
Bir düş daha. Aylardır görmediğim babamı biraz olsun görmenin heyecanı. O güzel tebessüm de bir kaç ay yeter deyip huzurla uyanışım. Sağ olanların kıymetini bilme çabası bir geç kalmışlık burukluğu göğüste sancı. O tebessüm o ferahlık. Az kaldı gidişine methiyeler yazdım. Gidişin bile öyle mahzundu ki iki kelimen ömrümde her anıma özet oldu. Kötü de olsam her söze iki kelime ''iyiyim iyiyim" diye bir nokta koydum. Kötü olmak mümkün müydü, yokluk aleminde. Çok değil hepi topu bir kaç gün. Sevmem Kasım'ı da Aralık'ı da. Adı gibi soğuk aylar. Insan ölecekse baharda ölmeli. 
Havalar tam sevmek zamanı. Kalpler yumuşamış. Cemreler bir bir düşmüş. Aşk olmuş her yer. Ölürsen acısı da ılık hafif olur yokluğun. Günler uzun. Acı çekip yas tutmak için uygun. Çabuk unutmalık hava. Öleceksen baharda öleceksin mesela. Hani doğduğun gün ölürmüşsün ya öyleyse şanslıyım. Ilkbahar gönüllerin pasının silindiği, sevdaların filiz verdiği, börtü böceğin nameler düzdüğü, güneşin umut ışığı döktüğü aylar. 
Bu geç kalmışlık, yetememek hissi var ya, baya acıtıyor içini insanın. Sabaha karşı olacak ölüm. Öğle namazına mütakıben. Bekletmeyecen öyle soğuklarda. Beklemeye değmeyecekleri. Bir günde kaç saniye var. Ölüm de yorulur Azrail alırken can. 
Köpekler uluyor. Sabahı haber verecek horoz sesi duyamazsın hepsinin kellesi gitti çünkü. Vakitsiz öttükleri için. Tren sesleri de duyulmuyor. Buralarda hafif bir rüzgar sesi. Haberci. Bir de saatin arsız tıkırtısı. Bunların sessizlerini de yapmışlar. Kulak verse insan bu sese tahammül seviyesi bileklerini sıyırır. Ama alışıyor insan. Saatin sesine de, kalbinin sesine de bazen damarlarında akan kanın sesine de. Alışmak bile yerine göre güzel. Ait hissediyor insan. 
Yazamıyorum. Kağıt kalemle. Yazabilsem sizde rahat edersiniz bende. Güneşli bir sabah diliyorum. Telaşsız adımlarla. Ilık bir hava, tatlı bir tebessüm. Uyanın ey uyuyanlar kalktı hüzün. 
04:28/22.11.22|fk

15 Kasım 2022 Salı

Sokrates ve Üç Filtre

Bir gün bir adam Sokrates’e: “Arkadaşınla ilgili ne duyduğumu biliyor musun?” der.
Sokrates: “Bir dakika bekle” diye cevap verir ve devam eder: “Bana bir şey söylemeden evvel senin küçük bir testten geçmeni istiyorum. Buna Üçlü Filtre Testi deniyor”. Adam merakla: “Üçlü Filtre?” diye sorar. “Doğru” diye devam eder Sokrates. “Benimle arkadaşın hakkında konuşmaya başlamadan önce, bir süre durup ne söyleyeceğini filtre etmek iyi bir fikir olabilir. Bu ona üçlü filtre dememin sebebi. Birinci filtre: “Gerçek filtresi. Bana birazdan söyleyeceğin şeyin tam olarak gerçek olduğundan emin misin?” Adam: “Hayır, aslında bunu sadece duydum.” “Tamam” der, “Öyleyse, sen bunun gerçekten doğru olup olmadığını bilmiyorsun… Şimdi ikinci filtreyi deneyelim, yani iyilik filtresini. Arkadaşın hakkında bana söylemek istediğin şey iyi bir şey mi?” diye sorar Sokrates.
Adam Sokrates’e: “Hayır, tam tersi” diye cevap verir. Sokrates: “Öyleyse onun hakkında bana kötü bir şey söylemek istiyorsun ve bunun doğru olduğundan emin değilsin. Fakat yine de testi geçebilirsin, çünkü geriye bir filtre daha kaldı. İşe yararlılık filtresi; bana arkadaşın hakkında söyleyeceğin şey benim için yararlı mı?” diye sorar. Adam şaşırarak: “Hayır! Gerçekten de değil!” Sokrates: “İyi o zaman. Eğer bana söyleyeceğin şey doğru değilse ve yararlı değilse, bana niye söyleyesin ki!” der.

12 Kasım 2022 Cumartesi

40'lar

 

Merhaba, öylesine cümleler kurmak için huzurundayım benliğimin. Geçmiş Cuma’nın hürmetine küfürsüz cümlelere geçmiş mi bilemem ama bulunmaktayım en fiilimsisinden. Yıllardır okurum, her şeyi zaman bulup kendimi ödüllendirmek istediğim her an. Zira kıymetini bilmiyoruz en değerli anımızın, zamanımızın. Benim en büyük pişmanlığım hep daha az okumamdır. Kitaplığımda alınmış ama okunmamış, sırası gelmemiş, tecrübe edinilmemiş nice kitaplar var başka hayatları anlatan. Roman demiyorum sadece. Her kitap bir hayat bir tecrübe. Okudukça yazmak iyi geliyor. Yazdıkça pekişiyor aklında okudukların.

Önceleri bir konu hakkında yazmadan okumamayı tercih ederdim etkilenmemek için. Sonra da benzer bir cümle denk gelince kendimi ilk o cümleyi ben kurdum diyememenin acizliği ile kendi içimde kendimi sindirirdim. Korkakça. Yazık kalemini korkak alıştıranlara. Divan Edebiyatında Nefi’yi bilmeyen yoktur. O usta övdüğünü öyle över öyle över ki sanırsın Silifke Yoğurdu. Ama yerdiğini yerişi ancak teneşir paklar bunu dersin. Ben Nefi’yi çok severim. Örnek de almışımdır geçmişimde. Ancak insan büyüdükçe diline kendi acı biberini kendi sürüyormuş, ayaklarına prangayı kendi takıyormuş. Büyümemeyi çok geç ama yeğlerdim. Büyüdükçe artıyor insanın derdi gamı.

Bi söz var iki manada da kullanılır güzel bir atasözüdür. Dereyi görmeden paçayı sıvamak. Deriyi diye de kullanılır. Ben bu sözü o kadar hayat felsefesi edinmişim ki, hani gelip dünyanın anahtarını verseler elime açmaya yeltenmem. Bu devir de değişecek, her şey geçecek diye. Hazıra konamayışım, çabalayışım, iç huzursuzluğum hep olacak. Büyüdüm çünkü. Yanlış anlaşılmasın bu benim korkaklığımdan da değil. Temkini elden bırakmıyorum hepsi bu. Giden gidiyor. Bu dünya geçici. Ölüm varsa kalıcılık yoktur çünkü.

Kırk yılda bir gibi diye bir söz vardır. Hani bir fırsatı beklersin de o tam pes ettiğinde sana gelir, ya da kırk gün kar yağar bir gün av olur o zaman da çarık yırtık olur derler ya. Bu sözü ne zaman iş işten geçse ben söylerdim babama, babam senin lafın derdi düşünün kendime nasıl mal ettiğimi? Bazen de bir şeyi kırk yıl düşünsek aklımıza getiremeyiz ya, ya o kadar şaşırtmıştır ya üzmüştür ya da sevindirmiştir işte. Bir de Peygamber Efendimizin bir sözü var ya, bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum diye. O kadar hevesli o kadar sadakatliyiz işte. Bir de ben iyi yaparım bu işi bir acı kahvenin kırk yıl hatrı vardır derler. Nice insanlarla nice kahveler içtik adı sanı kalmadı çoğunun. Hatırımızda izi bile kalmadı zehir zıkkım olsun. Bir de bazen bizim büyükler derler ya benim konumuma gelmek için kırk fırın ekmek yemen lazım diye. La sizin kırk ile derdiniz ne bilmiyorum ama kılı kırk yarıp, kırkından sonra azıp, delinin attığı taşı kuyuda arayan kırk akıllıyı geçip, kırkında erişip, katranı kırk yıl kaynatıp, sonunda kırk satır mı kırk katır mı deyip sürgüne de ben gidecem kırk haramilerle kırklarla yedilere karışıp.

Kafamın ne denli karışık olduğunu siz düşünün yani. Sayılar bahane. Köşeli bir jeton beynimin içinde. Gözlerim perdeli. Bir deli meczupluğu var üzerimde. Aklımı peynir ekmekle yemişim ben. Aciz bir bağlama çalar içimde. Mızrabı tele değil yüreğime değer. Yaslı haberlere alıştık, yaşlı gözler, serde erkeklik var der. Acıyı da severiz. Kadir kıymet bilmeyen Azrail değildir. Mevsimi gelmişe, hasat zamanı başlamıştır gönüllerde. Hüsrana uymayın, her hasret bir vuslat yaşar tende.

11.11.22/01:37/fk

        

                             

3 Kasım 2022 Perşembe

payız🍂

Ölüm ile ayrılığı tartmışlar, elli gram fazla gelmiş ayrılık diye bizim oraların Abdalları türkü söylerlerdi. Ben de arada estikçe söylerim. Bugün yine aklıma geldi. Ölüm aslında daha kolay, kalan için. Kalan, geride kalanları toplayıp düzeltene kadar ömrü geçiyor ama hiçbir şey para etmiyor o ömrü yerine getirmeye. Getirmek isteyen didiniyor, uğraş veriyor, çabalıyor ama çözemiyor. Tüm gayreti çöpe gidiyor. Sonra yine o kötü oluyor. Lan asıl ölen kötü! Ölen kötü olmasa yaşayan bu kadar eziyet çeker miydi hayatta?
Az kaldı az diyorum içimden. Sicimle birbirine bağlı olan hayatlar urganla yok olup gidiyor. O urgan ki boynunda dünyanın yükü çekseler altındaki kürsüyü kırılacak zaten hali hazırda da kırık olan boşluğu. Sebep belirtmeden, acele ederek, habersiz, koşa koşa, ateş almaya gelir gibi öyle lanet yani! Gitmese olmaz mı giden? Bazen iki dudak arasında yaşıyoruz hayatı. Giden iki metre kefene müptela. Herkesin küçük kıyameti o sıra. Tek bir sayha onlara da çalınıyor mu? Yoksa Azrail çan çalarak mı geliyor? Kiliselerdeki, saatli kulelerdeki çanlar gibi. Acı acı yokluğu çalıyor varlık içinde değil mi?
Var mıyız ki? Var olsak varlığımıza delil aramaya ne gerek var dünya bir aldanışsa. Yokluğu çalmak. Kapıdan ya da bacadan. Hırsız kapıdan da gelmez ki… gelen hırsız mı ki? Gelmesin gidecekse hırsız bile olsa. Varlıktan geç. Yokluğu arayın basit denklemler üzerinde. Tüme mi varırsınız tümden mi gelirsiniz bilemem. Matematiğim iyi değil mantık da yürütemem. Azdan az çoktan çok ama eşit değil gibi. Eşitlik varlıkta yok olmak gibi. Haklı sancılar çekiyorum benlik davası içinde benliğini bir kenara bırakamayan o sufi benim. Zahit olanda benle.
Tan yeri ağarırken kalkıp kararırken teslim ettiğim ömrümü hiçe sayan ömür törpüsü bir hayat. Bu hayat da hay* can değil miydi? Canımız çıkınca mı anladık hay* van olmadığımızı toprağa gömdüler diye. Toprağın bağrına ne ekersen can verir demiştim önceleri ama insan tohumu yeşermez. Kan olmazsa suyu. Su ile açmaz çiçek kan gerek.
Hep yolcuyuz böyle geldik gideriz, dünya senin vatanın mı yurdun mu? Diyor Neşet dedem. Vatanımız neresi, insanın insana yük olduğu bu zamanda canın da bedene mülk olduğunu düşünen güruh, nerede? Gitmeyeceksiniz tamam siz. Dünyanın sırtına kazık çakıp oraya da bayrak dikeceksiniz. Telli duvaklı.
Bu var oluş sancısı, bu gaflet, bu terane. Dilimden dökülen bu başkaldırı kelimelerime vururken darbe, ben, ben olmayı bırakacağım büyük ihtimalle Atsız’ın meçhulünde. Meçhul kaderi de Tanrı yazmış. Gitmesek de.

03.11.22/fk

kısır döngü

  bazen bizi yıkan acının sadece bizde olduğunu sanarken acıyı farklı şekillerde yaşarız. ama acı bazen de ortaktır. aynı hissin yorgunluğu ...