28 Eylül 2020 Pazartesi

Nazar eyle!🎋🧿

Köm eylemek nedir pek az insan bilir. Azerbaycan Türkçesinde yardım etmek anlamına gelir. Biz inancımız gereği ve ırkımızın verdiği bir gururla kimseden yardım dilemeyiz. Araplar medet der onlardan dilimize imdat diye geçer. Kırgızlar cardam der. Biz yardım deriz. Yardım da aslında güzeldir yardımlaşmak da. Yunus Emre ne der, bölüşerek tok oluruz, bölünerek yok oluruz. Aslında bölüşmek; paylaşmak, destek olmak, yardım etmek demek bir nevi… Biz Allah’tan başkasından yardım dilemeyiz. Genel anlamda. Muhtaçlık anlamında. Ama ailemizden, yakınlarınızdan, dostlarımızdan, sevdiklerimizden yardım isteriz. Derdimize ortak olurlar. Derdimizi, acımızı paylaşırlar. Dost kara günde belli olur. Yani kiminle derdini paylaşıyorsun kim seninle acını paylaşıyor… Sırrını söyleme dostuna, o da söyler dostuna. Paylaşır yani. Demek ki yardım etmek anlamına gelmiyor bazen sesteş olsa da anlamdaş olmuyor.

Ben her anlamda yardımı severim. Karşılık da beklemediğim için genelde, balık bilmezse halik bilir, felsefesine uyarım. Konu yardım da değil aslında. Bi Türkü var çok severim. Biraz da mistisizme meraklıyım. “Anam köm eyle bana bir kurşun döktür. Başımda tuz dolandır üzerlik tüttür. Bi muska yazdıralım adak yapalım, bu sevda yaktı başka bi kız bakalım…” tabi sevdasında kızında hiç değilim. Köm eylemeye gelelim. Biz yardımı inanç gereği Allah’tan dilesek de kurşun döktürmeyi eski inancımız Şamanizmden aldığımız belli Anadolu kültüründe de olan bir şey tabi temeli derin bir araştırma ister. Sentez diyelim. 

Başımda tuz dolandır, tuz da kötü ruhları kovduğuna inanılan bir motif aslında. Kurşun dökmeyi görmüşsünüzdür, kişi bir örtünün altında durur. Örtüyü iki kişi tutar. Sonra bir kapta bulunan suya eğitilen kurşun dökülür ve onun suyun içinde sıkışması ile bazı şekiller oluşur. “Gız sende göz var dediydim!” gibi diyaloglar gerçekleşir. Tuz da aynı surette örtünün üstüne saçılır. Sonra silkelenir. Tüm kem gözlerden kurtulursun. ☺

Üzerlik tüttür de aynı şaman kültüründen gelir. Üzerlik bir ottur. Tomurcuk tomurcuk tohum keseleri vardır. O keseler toplanır ve iğne ile ipe dizilir. Farklı geometrik şekiller verilir. Süs eşyası olarak Anadolu köy evlerinde kapı eşiklerinde yerlerini alır. Üzerlik tüttürmek ise otun demet olarak toplanması ve yakılmasıdır. Duman çıkan otun evin ya da kişinin üzerinde, etrafında gezdirilmesi ile gerçekleşir. Aslında Orta Asya Türk geleneklerinde de çam gibi bir ağacın bir dalı tutuşturulur ve yayılan koku tütsü gibi etrafa yayılır. Buna aslında tütsülemek de denir. Alas Alas diye bir takım sözler söyler bu işlemi yapan kişi. Nevruz bayramlarında pek çok defa şahit olmuştum.

Muska yaptırmak sanıldığı gibi sadece Arap kaynaklı değil eski inancımızda da mevcuttur. Tılsımlı sözler yazılır, çizilir koruması için kişiye verilir. Kişi bu muskalarla Tumar da denir bunlar dürülür, katlanır üçgen ya da yuvarlak olur üzerinde belli vakte kadar taşırsın. Benim dedem muska yazarmış. Oradan bilirim. Araplar ise içine belli nazar dualarını koruyucu ayetleri yazarlar. Böylece kötü ruhlardan, enerjiden, kem gözlerden korunursun. Nazar yani. Nazar da Arapça bakmak bakış, demek değil mi!

Adak yapmak ise kişinin inandığı inancına göre Tanrıya sunduğu bir tür teşekkürdür. Genelde derler şu işim olursa kurban kesecem. Adak da buna denir. Verdiği kurbana. Bu her şey olabilir. İslam inancında kan akıtmak sureti ile olurken Türklerde genelde kan daha az oluyor. Kan akıtmadan yani. Nasıl mı? Hayvanın belini kırarak. Ya da kişiyi yüksekte bir dağa çıkararak. Orada uyumasını, gevşemesini sağlayacak bir takım otlar verilerek. Olduğu gibi. Eski mumyalarımızı internetten görebilirsiniz. Ne Mısırlılar gibi iç organları çıkarılmış ne de burunlarından beyinleri… kültürlerin farklı inanç ve değerleri ile şekillenmiş, insanın kurban olduğunu İslam inancında Hz İbrahim’in oğlu İsmail’i Allah’a kurban vermesinden biliyoruz zaten. Bu konuya da açıklık getirdiğimiz göre… 

Gelelim niye geldik köm eylemeye, son zamanlarda iç karışıklığı ile bir bunalım yaşıyordum. Ne yazabiliyorum ne okuyabiliyorum. Baş ağrısı, düşünememe… arkadaşım nazar dedi. Bana kim nazar değdirdi ise… hem kem hem kenafir gözlü dedim kapıda üzerlik otumuz var, boynumda cevşen, dilimde dua, ne kaldı geriye… iyice şaman gibi ayine mi bağlasam kendimi. Yurdumu yalnız bir ağaç altına mi kursam. Ağacı işaretleyip çaput mu taksam. Etrafını da taşla örsem de belgilesem. Sonra kendime bir hayvan ruhu aşılasam kurt gibi uluyup kartal gibi gökte mi süzülsem. Çadırımda sabah gün doğumu ile dua gün batımı ile dans mi etsem. Hayvanlar getirse de ben mi yesem. Sonra arada kırık çıkık baksam, muska yazsam. Dededen tecrübeliyim sonuçta. Kötü tinlerin girdiği bedenleri kırbaçlasam ya da sadece ibadet mi?

Ne biçim bi düzen lan bu! Hiç de yabancı değilmişim anlattıklarıma bakılırsa. Neyse siz kimseye nazar eylemeyin. Yüce Hakan sefere gitsin, Bilge Hatun dokuz doğursun. Siz en iyisi pazar eyleyin. Bölüşün. Sevin, sevilin. Tasavvuf ile Şamanizmin arasında kalıp arada bir Budaa’ya selam söyleyin. Herkesin inancı kendine sonuçta… ☺

Bu arada eklemesem olmazdı. Mavi boncuk takışına ölürüm Türkiyem! deyip sonda nazar boncuğunu unutacaktım az kalsın. Mavi boncuk, at nalı, dadan ağacı, bir de el vardı kimin eliydi?… çok yani. El harici hepsi bizim Şamanizmden gelen bir alışkanlığımız. Alışkanlıklar güzel zararlı hale gelmediği sürece. Göz gibi nazar boncukları, baya ürkütücü geliyor bana illuminatici bunlar. Kesin! Dala çaput bağlamak, mum yakmak, el etek öpmek… At nalı güzel ya! Valla.! Lisedeyken bir çok erkek arkadaş ayakkabısının altına çivi takardı. At gibi ayaklarından tıkır tıkır sesler. Bu da çok manidar değil mi? Nazardan korunmak içinmiş demek ki!

Neyse büyüydü, muskaydı, medyumdu, tarottu, faldı, falcıydı bunlara da itibar etmeyin. Bizim eski inancımızda bir fal kitabımız var doğru. Irk Bitig ama şimdi orada zamanımızın saçmalıkları yok. 12 hayvanlı Türk takvimi temel alınarak Çin falı diye de bir şey var ama cidden sakıncalı şeyler olduğunu sanmıyorum. Yıldızname diye de bir şey var bunlar burç yorumları gibi bir şey kişinin hangi ayda doğduğunu kişisel ve ruhsal bir takım özelliklerini sayıyor ama genelleme sadece. Bunlar geliştirilerek bir şeyler değiştiyse bilemem. Kişi sadece kendinden medet umsun. Kendine saygısı olan her zaman iyi işler üzerinde olur.

Umuyorum ki zaman geçtikçe cahiliye ateşimiz harlanmaya başlıyor bilgi meşalesini yakın. Kandiliniz bilim olsun. Saygı, sevgi, hoşgörü yolunda ilerleyin. Yoksa büyüydü, faldı… neye inanırsan öyle yaşarsın! Şeytanınız bol olsun! Esenlikler!

 14:27 /28.09.20|fk

20 Eylül 2020 Pazar

Ekmek🍞🥖

Esenlikler cümleten!

Bugün size ekmek hakkında bilgi vermek istedim. Bilirsiniz ki pek az adetimdir öyle bir şeyleri tanımlamak veya bilgiçlik taslayarak bu böyledir şu şöyledir gibi anlatmak. Sadece güzel bir önsözden sonra işe eğlence katmak. Ne diyordum ekmek, evet şu bildiğimiz bölgeye, yöreye, ülkeye göre farklı farklı ad alması ile kalmayıp farklı farklı metotlarla yapılması neticesinde farklı da tad alarak dünyada din, dil, renk, ırk vs. gözetmeksizin her sınıftan insanın sofrasında bulunan ekmek. Sınıf dediysem de yanlış anlaşılmasın. Bizim ülkemizde de ırkımızda da yoktur sınıf ayrımı. Kast Sistemi gibi keskin kurallı. Sınıf ayrımını da yapan yapsın sonuçta bakın aynı ekmeği yiyoruz. ☺ 

Aynı… konusuna da gelecem ama öncesinde neymiş bu ekmek, kimlerdenmiş, nereden gelir nereye gidermiş? Naçizane okuduğum kadar yazayım diyecem yanlış olacak anladığım kadar yazayım. Okuduğumu yazacaksam kopyalayıp yapıştırayım değil mi! Ekmek değerli okurlarım, MÖ. 9000 yıl falan öncesine dayanıyormuş. İlk insanların 200 bin yıl önce yaşadığı düşünülürse büyük büyük ne bileyim en büyük atalarımız ekmek çörek yememiş. Hayvanlara bakmışlar içgüdüsel avlıyor avını taze taze yiyor. Sonra bizimkilerde aynısını yaptılar herhalde özentiler. Hayvan da olmasa Kabil, Habil’i nasıl gömecekti! Konu başka yerlere gidiyor. Ama şimdi eti nasıl pişirdiler o da çok sıcak bir günde cam mam da yok bira içip etrafa şişe kırıp atılmamış, onu en yeni torunlar yapacak sonra. Taşın aşırı ısınması falan sonucu belki tesadüfen bulmuşlardır. Önce korkmuş tapmışlardır. Sonra yanan şeylerin güzel koktuğunu falan anlayınca ne bileyim işte neyse… bulmuşlar kurtulmuşlar. Ekmek de ilk yabani buğdayın ezilmesi ile meydana gelir. Tabi meydana gelir deyip konuyu kapatmıyoruz. Buğdayı çiğ ve sert bir şekilde tüketemedikleri için ekmeği akıl etmişler. Taş değirmen nereden çıktı hocammm!

Taşlarla ezdikleri buğdayı uçmasın kaçmasın diye ıslanmayı akıl etmişler. Bir de bakmışlar ki kıvamlı bir şey meydana geliyor. Hemen put yapıp tapmamışlar o sonra olacak karınlarını doyursunlar hele. Sıcak taşın üstüne koydukları hamur birde bakmışlar ekmek olmuş.

Ekmek de kökenine bakarsak etmek fiilinden geliyormuş. et-, öt- kelimeleri eski Uygurcada ve Divan-ı Lügati’t Türk’te ekmek anlamında kullanılmış. Epmek diye kullanımı da mevcutmuş. Bizimkiler ekmek ettim derler. Bazı yaşlılar epmek der. Eppeğimiz var mı? Gibi kullanımına bizzat şahidim. Ötmek de ütmek fiili ile aynı köke sahipmiş. Ekmek anlamında. Yoksa Orta Asya Türk Lehçelerininde çoğunlukla geçmek manasında kullanılır. Ütmek yani kıvamlı hamuru taşın üstüne yaymak anlamında kullanılmış. Şimdiki adını alması 17. Yüzyıllara dayanır taa!

İşin ilginç yanı sonrası, ekmeğin ilk gelişimi her şey gibi Çin’den çıkmıyor. Onlar ancak pilav yer zaten. Bizim şu bildiğimiz ekmek değil ekmeğin büyük büyük babası ilk Mısır’da çıkıyor. Yazarın söylediğine göre Mısırlılar ekmek yapmayı çok seviyormuş. Sonra Yahudiler. Demek ki burada başlamış ekmek çok gelince yaptıkları güzel şekilli ekmeklere tapmak. 

Sonra aslında Roma ve Yunanlılara ticari yollarla öğretilmiş fırıncılık ve pişirme zanaati. Babiller, Sümerliler illaki zaten! İşin ilginç yanı ise sosyal sınıf farkı ile tatlı güzel şekilli ekmekler soylu ve asillere tatsız şekilsiz ekmekler ise alt sınıfa veriliyormuş. Ekmek zamanla yapım tekniği ve kullanılan malzeme çeşitlilik gösterdikçe daha da gelişip Batı dünyasına giriş yapmış. Ilk Hollanda mayalama işini geliştirmiş. Geliştirmiş diyorum. Çünkü ilk onlara ait değil. Ilk Mısır’daki bizim bir ekmekçi dayımız hamurun kalanını pişirmeyi unutup bir sonraki günkü hamura ekleyince hamur fermente olmuş. Bunun o dönem nasıl olduğunu anlayamasalar da mayanın aslında canlı bir yapıya sahip olduğuna kanaat getirmişler.

Şimdi diyeceksiniz bana, ne yani Faticim, biz Türkler millet ekmek yerken taş mi yiyorduk? Yok yav bizi sona sakladım. Bizimkiler de bulmuş ekmeği bulmasına ama göçebe hayatına pek uygun olmadığı için ancak yerleşik hayata geçince bi ekmek edek demişler. Yav he he! Yerleşik hayata geçip kendi yiyeceklerini kendilerinin üretmesi baya bi zaman almıştır elbet. Ama öyle. Bizim farkımız ise onlar gibi somun dediğimiz ekmeği değil yufka, lavaş dediğimiz ekmeği yapmışız. Daha ince yani. Tandır ekmeği, fırın değil. Üst üste koyup rulo haline getirirlermiş en üstteki kurusa bile diğerleri yumuşak kalırmış. Çörek deriz biz de. Şepit diyenler de var. Bizim yaşayışımıza en uygun açıklama da bu zaten. Ütmeyi de anladınız şimdi.

Osmanlıda ise fırınlar oldukça gelişmiş. Ordunun ekmeği ayrı fırınlarda pişermiş. Ramazan’da yediğimiz pideler ise sanıldığı kadar Osmanlı Türkçesi değil bildiğin Yunanca Pitta küçük hali olan şey demek olan kelimeden türetilmiş.

Lavaş’a da Ermeni Gavurları sahip çıktı ya neyse! Bir Allah’ın kulu da demedi ulan Lavaş eski Türkçe’de ekmek ve aşın birleşiminden türetilmiştir. Bunu bir hocam söylemişti. Liv+aş gibi bi açıklama ile ama kökeninin Süryanice olduğu bu yüzden Farsça ve Ermenice aynı kullanıldığı yazıyor. Ulan aş bizim aşımız! Bilen varsa aydınlatsın.

Gel gelelim neden ekmek? Geçen bir alışverişimde bir ablanın konuşmasına tesadüf ettim. Diyor ki ben ekmeksiz yemek yemem. Yiyemem. Mantıyı, makarnayı bile ekmekle yerim. Ekmek bitti ise yemek kaldıysa yemeği dökerim. Ekmeksiz yemem diyor. Annem ekmek olmadığı zaman gözü daralıyor. Ebem vardı, kulakları çınlasın. Ekmek yoksa evde dünyanın en fakir en yoksulu sayardi kendini. Eppek olma mı gı! Derdi. Ekmek ne canım şeysin sen ya! Ben sadece kahvaltıda ekmek yerim. Çok nadir diğer öğünler. Yıllardır böyle. Bizimkiler bana nasıl doyuyorsun derler. Ekmek yiyince duyuyorum. Yemek yiyemiyorum diyorum.

Siz ne diyorsunuz bu Sayın ekmek kardeşe? Parti kursa oy verecek insanlar var. Zaten partiler de hep ekmek üzerinden siyaset yapmışlar dünyanın her yerinde. Küba’da devlet her vatandaşına bir ekmek sağlıyormuş günlük. 1 dolara 20 ekmek ediyor siz düşünün. Sovyetlerde öyle. Biz de de zamanında fişlerle dağıtılmış. Savaş sebebi valla!

Aynı ekmeği farklı yöntemlerle farklı adlarda yiyoruz. herkes yiyor. Zengin de fakir de. Aynı olma sebebi bu. Ekmek ekmektir. Kimi simit diye yer kimi pasta diye… Kimdi ekmek yoksa pasta yiyin diyen sahi? Ekmek tarihçesinden bu güne ne kadar değişse de her sofrada tadı var. Git bugün bi Hidistan sofrasına o da ekmek getirir önüne Amerikalı da. Ekmek, sudan sonra gelir. Önemlidir. Zenginliktir. Atasözleri, deyimler boşuna değildir. Ekmek aslanın ağzında. Hepimizin kavgası Ekmek parası. Ekmeğine kuru ayranına duru mu dedik gardaşşş! Gibi…

Bol ekmekli günleriniz olsun. Allah açlıkla terbiye etmesin. Ekmek yiyin, laf yemeyin. 

Esen kalın. Ekmek alın.! 01:39/20.09.20|fk

14 Eylül 2020 Pazartesi

Gözdağı

Yüzümde kocaman bir sırıtma ile yazıma başlamak istiyorum. Maske değil yanlış anlaşılmasın. Sahte değil. Kocaman bir sırıtma. Hayal edin. Alt dudak, üst dudağı sırtlamış sol yanağa çaya gitmiş gibi. Nasıl da güzel anlattım de mi? Yapın bakalım bu yazımı okurken. 😅
Insanlar birinin hakkında bir şey duymak istediklerinde kulakları büyür. Çanakları açarlar. Iyice duymak için. Frekansı ayarlamak içinse gözlerini kullanırlar. Ne kadar büyük açarlarsa o kadar net duyacakmış gibi. Yaa gözler sadece görmeye yaramıyor cahil herifler!😁
Ne diyor bu deli dediğinizi duyar gibiyim dudaklar çeneye dökülmüş. Ah haylazlar! Hep bi esik, hep bi yalan, hep bi dedikodu ekmeğiniz. Kimse iyi olmasın siz kalın sağ. Dilerim kalırsınız Kazım Ağanın kurumuş alfat ağacı gibi. 🤣 Yeşilçam'ın faydaları. Bu söz de böyle beddua diye döylenmez kişi kendini ya da başkasını tasvir eder ama ben diyorsam iki kere düşünün. 😛
Beddua diyecektim. Niye insanlar başkalarına hak etmediği halde beddua ederler. Hani meşhurdur ya sana geri döner. Edersin etmesine sövmenin yanına katık. Bilmez misin bu meret bumerang gibidir döner seni bulur.
Hiç düşmeyecekmiş gibi maskesini takar yüzüne. 😅yanlış anlaşılmasın
aman. Korana da taktığımız hijyenik maske değil; aman kızlar yumurtayla, salatalıkla, çayla, kahveyle ne bileyim envai çeşit şeyle yaptığınız maske de değil. Şu baloya falan giderken görmüşünüzdür filmlerde yoksa siz cahiller nereden bileceksiniz o maskeleri... 🤣 görgüsüz olan biziz sonuçta. Görgüsüzlüğümüzü konuşturalım değil mi yazımızda da?. Iki yüzlülüklerini iyilik güzellik maskesi altında saklamaya çalışan şarlatanlar... bura biraz size koymuş olabilir, yutkunamayıp su isteyenler, itinayla gazınızı alacak söz çok bende su gibi için bakalım satırları. Laf öyle değil böyle sokulur. !
Bazı insanlar kendilerini o kadar dev aynasında görürler ki İskender'in Ainesi gibi satırlarımı okuduklarında kendi suretlerini de görmeye başlayacaklar. Ama bu insanlar o kadar cahiller ki, yazı okumazlar. Kitaplar bitiriler. Okuya okuya okunacak hale gelirler. Yazık lan. Ne sanattan anlarlar ne bilimden. Bildikleri ya karı ya koca kavgası. Gelecek hayalleri üç çocuk politikası. Ilber Ortaylı'nın cahilleri kulağımda. 😅 Ne çok güldüm. Sinirlerim mi bozuldu ki.. yok canım daha neler...
Ben burda bi tiye alma çabası içinde de değilim. Alsam alsam bu eşşekliğimle sizi gönlüme alırım. Hani attan düşen ölmez eşşekten düşen ölür der ya Atalarımız. Ona göre. Gönlümüzden eşşekten düşürür gibi düşürürüz hak edeni. Lan bi bakın bakalım o kadar da aptala mı benziyoruz. Sizin ufacık balık beyniniz varsa bende de kaplumbağa hafızası, karga kini var. Ben yazıyorum biliyorsunuz unutmayın istedim. 😏
Neyse, şimdi o kadar gözdağı hazımsızlık yapar bunlarda. Bi durum güncellemesine müteakiben size son sözüm Neşet Ertaş'ın da dediği gibi "Aman desinler desinler şeker yesinler!" Dikkat edin bu güzel söze. Siz kim bilmem babasının ağzına, sülalesine, anasına, bacısına, gardaşına söverken ağzınızla. Açık olan ağzınızla... size şeker gelir.🤣 şeker yesinler! Bizim bedduamız da bu olur ancak anlayana.
Ne güzel bir kültürden gelmişiz halbuki...
Demem de o ki cahil insanlar gibi kötü söz edecek değilim sözüm meclisten dışarı. Ben kalemimle sizi en münasip yerlerinizden vururum zaten. Birgün okursanız bu merakla🤣🤣 geç sayılmaz cevabınızı cuma namazına müteakiben kaldırılacak cenazelerde sırıtarak verirsiniz. Hepinizi çok seviyorum.
Unutmadan Neşet Ertaş'ın Kesik Çayır türküsünü dinleyin. Şekerlerinizi yerken. Sonra da Yanıyorum türküsünü açın kendinizi ateşe verin. Yanmanın keyfine varın. 😅 esen kalın! Soda için.😁🙋‍♀️

01:09/15.09.20|fk

13 Eylül 2020 Pazar

Gece'ye🌙

 Esenlikler Ey Gece!

Yazamamanın sancısı ile yandığım bir gece. Gök yıldız alabildiğine. Sokak lambası olmasa da aydınlık sayılabilecek güzel gecelerden. Tuhaf bir ıslık sesi. Cırcır böceği midir kurbağa mıdır bilemeyeceğim. Çıngırak misali bir kesilip bir kaybolan. Insana yalnız olmadığını hatırlatan bir gece.
Evet ne demiştim yazamıyorum. Aklım o kadar dolu ki... sanki yazarsam boşalacak zihnimi kemiren bu cümleler beni bırakıp gidecek. Sahiden de bırakıyor gibi bir his. Rahatlama, bir tuhaf mekanizma. Insan ne garip bir mahluk değil mi? Kendi kendini sulayan. Hayvanlar da var elbette. Ama bitkiler biz sulamazsak sulanmaz. Yağmur yağmaz seller akmazsa. Coğrafi bilgilerimden faydalanırsam tabi köklerinden yer altında akan sularla da beslenirler. Sahipsiz ağaçlar. Çiçekler gibi narin değil. Bencilliğimize bencillik eklediklerimizden biridir evde çiçek yetiştirmek. Biz sulayak sadece. Bize muhtaç. Iki hafta sulama ölür gariban. Oysa doğada olsa, yağmur yağar, gece çiğ atar, kırağı vurur, diplerinden beslenir el ele, toprağın üstünde ayrı gayrı, altında can ciğer kuzu sarması...
Sahi bu söz de ne demekse... ne bileyim işte can cana, kan kana...
Sonbahar da ayrı hüzün çöker dallara. Doğaya. Her yana. Hayvanlar kışlık tüylerine bürünmeye başlarlar. Ama bitkiler yaprak dökerler. Dökmeyen inatçılarda var. Neden soyunur bitkiler? Rüzgara, kara, tipiye, borana karşı dimdik göğüs gererler. Cesareti ağaçlardan öğrenmek gerek. Gelip geçici heveslerden değil.
Ne diyecem... gecenin orta yerinde diye Arif Nazım'ı anmayacam tabi ki... ama ne bileyim şu gecenin orta yerinde insan böyle karman çorman düşüncelerini de paylaşmak istiyor birileriyle. Yaş geçtikçe bu ihtimal azalıyor insan kendini daha da bi sessizliğe gömüyor. Hep bir şeylerin ardınca koşuyor. Ama yetişemiyor. Bugünü beklemek yerine yarına koşuyor. Yarınlar küstah. Yarınlar sahte. Yarınlar umut vâd eden şarlatanlar. Bugünler doğruyu söyler. Geleceğe 24 saat devirdaim. Ama varlar ve yaşamazsan, yaşadığını bilmezsen, hep bir seviye aşmak dilersen yoklar. Yok olup giderler. Ne korkunç değil mi bu günü yaşamıyoruz, yaşayamıyoruz, farkında değiliz...
Ahh canım kendim!
Sen ki dualarında "yarınlar kalleş dolu mert olan her düne yan!" diyen Atsız izinde. Sivri dili ile hep eziyet içinde, sen ki ayıplanan yuhalanan, sen ki öldükten sonra ancak anılan...
Ne olacak ulan senin halin?! Ağlayım mı güleyim mi? Bir de yüzünün gülüşüne aldanıp seni mutlu sananlar var. Ah Canım Neşet Dedem! Sen demiyon mu, insanın derdi ne kadar büyük olursa gülüşü de o denli sıcak olur. diye ... Bozkır hayatı bunu gerektiriyor değil mi? Bozkır kanunu Bozkurt kanunu gibi...
Çok garip parmaklarım ağrıyor ama içim susmuyor. Sustukça sıra bana gelecekmiş gibi susmuyor. Susmayacak kalemler. Kalemi ışık tutacak bize gecenin. Bizim ışığımız kalemimiz olacak. Yol gösterecek devrilen yıllara. Kayalara yazanlar ışık saçmak için yazmadılar. Killere işleyenler gelecek nesil için diye yazmadılar hesaplarını dahi... kendileri içindi. Unutmamak içindi. Söz uçardı yazı kalırdı... ama o ışık önce onları aydınlattı sonra bin cihanı... çölde ki nur da aynıydı, dağdaki ateş de, dümdüz ovadaki kayalar da aynı amaç için yazılmıştı, kurganlardaki göç de... ışık kalplerde.
Yolu aydınlık isteyen gece çıkar yola. Her gecenin de bir sabahı vardır. Gündüz çıkan yola ışığı ne etsin. Yolu biterse biter. Bitmezse... yol biter mi? Yol bitmez der Yunus. Yolcu da bitmez. Yol ararsan yoldaş, bilirsen sırdaş olur sana. Ne yol biter ne yolcu. Yol da bir gelecek kaygısı. Arayış, bulamama sancısı. Yolu açık olsun her arayanın.
Geceniz aydın olsun. Huzur dolsun.!

01:24/14.09.20|fk

telaşsız

 çaresizlik diye bir şey var mı emin değilim ama tüm yardımları reddetme, derdini anlatamama, çabalamama ve hevessizlik var. istesem çare ar...